Uzun zamandır Cuma günlerini sevmiyorum. 10 Cuma akşamını bir Perşembe akşamına değişmem. Yatılı okuldan eve gitmek demek, özgürlük demek olan lise günlerinden bu yana ne değişti de Cuma anlamını kaybetti bilmiyorum , bildiğim tek şey 2 aydır Cuma sabahlarımın biraz da olsa keyifli hale geldiği.
Her hafta bir vesileyle söylesem de, tekrarlamaktan rahatsızlık duymuyorum, Berkun Oya yazısı okuyacak olmak güzelleştiriyor Cuma sabahlarımı. Ne mutlu ki, o da pek boşa çıkartmıyor umutlarımı. (geçen haftaki yazısından bir şey anlamamış olsam da)
Bu sebeple inatla bloga kopyalıyorum yazılarını. Kopyalamakta Radikal sağolsun yazıyı yeniden yazarak mümkün oluyor...
Dün yazdığım yazıyı bugün yazsaydım “Tabi herkes kendi meşrebinde yaşıyordur bu durumları ama sözleri farklı, bestesi aynı şarkılarız muhtemelen.” Cümlesini bir yerlere iliştirirdim. Ama bir de ” Yaşanılanlar aynı olsa da hissettiklerim farklı diyorsanız, kaç kişi aynı kitabı okuyor, aynı filme ağlıyor, aynı şarkıları seviyor bilmem farkında mısınız derim. “ satırlarımın orjinalliğine gölge düşecekti. Sadece Cuma günü yazı yayınlamak gibi bir zorunluluğum olmadığı için orjinalliğim bende kaldı.
Yazının bir kısmı burada ama siz Radikal’in kendi sayfasından da okuyun ki, Berkun Oya’nın okunulabilirliği artsın. Ve çok okunmak da daha çok yazmasına sebep olsun ki, bize bizi anlatmaya devam etsin.
“Kötü bir son, sonsuz bir umutsuzluktan iyidir”.
Ashgar Farhadi’nin bir filminde duydum bu cümleyi. Geçen hafta. Duyduğum andan itibaren ara ara aklıma geliyor.
Bu cümleyi düşünüyorum ve hayatımdaki karşılığını. Ne çok kez kötü sonların keskinacısına katlanmaktansa sonsuz umutsuzlukların afyonuyla uyuştuğumu düşünüyorum. Tercihlerimin samimiyetsizliğini şahane kahkahalarla ne şahane örttüğümü. Gerçeği, sevdiklerimin yanaklarına ıslak ve dürüst tokatlar gibi şaplatmaktansa onları sonsuz belirsizliklere terk ettiğim zamanları düşünüyorum ve bunun adını nasıl “vicdan” koyduğumu.
Değişen duygularımın yarattığı yeni ruh halini gizledim, sevilen notaya basmaya devam ettim, kimsenin eğlencesini bozmak istemedim, vicdansızlık olurdu bu. Sadece başkalarına duydukları hayranlıktan beslenen insanlara, o yolun sonunda bir gün aynı başkalarına duyacakları nefretten başka bir şey olmadığını söylemedim. Bıraktım beklesinler, onları aç bırakan ben olmak istedim. Vicdansızlık olurdu bu. Daha bir sürü örnek var. Daha nice vicdan baklavası, onları oyala, kendini kandır, acıysa gerçek, şerbetse daldır.
Yıllar koşarak geçiyor önümüzden. Zaman, askıdan düşen gömlek. Hep de böyle yapmadım tabii, bana da biraz ayıp ediyorum biraz ama günlerdir sanki macunla dolmuş sinüslerim ve acıyla sızlayan kemiklerim, yaptığın zamanları düşündürtüyor bana sadece.
Muhtemelen yalnız değilimdir, o yüzden yazıyorum galiba bunları, okudukça birilerinin düğmelerine basıyordur belki. Tabi herkes kendi meşrebinde yaşıyordur bu durumları ama sözleri farklı, bestesi aynı şarkılarız muhtemelen. Suçluluk duygusu, kimseleri üzmemek arzusu, “sen ağlama, kıyamam”’lar falan hep en tilki esnafın akşam tezgahları.
Asıl suç, suçlu hissetmektir zaten çoğu zaman ve biz suçlu hissederek gizleriz bu suçu, kendini yutan kara deliktir suçluluk duygusu. Bir insana kıymak da illa şakağına silah dayayıp tetiği çekmekle olmuyor, gerçeğin, sevdiği biri tarafından insandan gizlenmesi de bir tür cinayet. Üstelik gerçek, kendinden kaçanı en gülünç durumlara düşürüyor her zaman. Bir gün geliyor, gerçekten kaçanlar , tutmayan dizilerin çakma jönleri gibi kalıyor ortada.
...
En zayıf zamanımda yakaladı beni bu cümle: “Kötü bir son, sonsuz bir umutsuzluktan iyidir.” Biri kutu antibiyotik yuttum geçen hafta, sinüslerim hala açılmıyor. Bir cümle duydum geçen hafta, içimde kapılar kapanıyor.
ps. başlık şarkısı Büyük Ev Ablukada ve Evren Bozması
ps.2 Varol Döken'in Berkun Oya'ya halen çemkirmemesinden siz de benim kadar tedirgin misiniz sayın okur?
ps. başlık şarkısı Büyük Ev Ablukada ve Evren Bozması
ps.2 Varol Döken'in Berkun Oya'ya halen çemkirmemesinden siz de benim kadar tedirgin misiniz sayın okur?